35

  MİLYONLARCA ÇINAR AĞACI DİKİLİYOR HER BİR TARAFA...

 

Büyük sanatçılar, tarihlerinde derin ve değişmez çizgiler çizmekle kalmadıkları gibi, aynı zamanda tarihin yapı taşlarını oluştururlar. Onlar, insanlık tarihinin değişimine neden olan düşüncelerini, eyleme dönüştürerek ve yarattıklarıyla iz bırakarak ölümsüzleşirler...Tıpkı  büyük usta Nazım gibi.

Nazım, sosyal gerçekliği algılayan, yüreğinin derinliklerinde duyumsayan ve yaşantısıyla ürettikleri bir bütün olma özelliğini taşıyan bir şairdi. Şiirleri, komünistliği, aşkları, vatandaşlığı ile hep gündemde kalmış ve bir çok kişinin "sosyalizm", "devrim" fikirleriyle tanışmasına aracılık etmişti.

Oscar Wilde “kimi sanatçılar soru sorar. Kimi sanatçılarda sorulmamış ve sorulamayan sorulara cevap verirler.” der. Nâzım, sorulamayan sorulara cevap verdiği gibi sorgulanamayanlara da değindiğini  yaşama bakışı, algılayışı ve yansıttıkları ile ortaya koymuş ve devrim düşüncesini üstlenerek sonuna kadar da götürmüştür.

Şiirindeki içerik, kullandığı dille tüm  düşüncesini, hayatını ve varoluşunu şiirindeki satırlara yansıtarak, otobiyorafisinde  de belirttiği gibi on dört yaşından beri şairlik eden büyük usta Nazım 1902'de doğdu. (Nazım Hikmet, 20 Kasım 1901’de Selanik’te doğdu, aile çevresinde 40 gün için bir yaş büyük görünmesin diye bu tarih 15 Ocak 1902 olarak alınmıştır)

On yedisinde Heybeliada Bahriye Mektebi’ni bitirdi. Hamidiye Kruvazörü’nde güverte subayı iken, sağlık nedeniyle askerlikten ayrıldı, bu arada ilk şiirlerini yayımladı. 

Text Box: “Ben bir şairim ve bu mücadelede 
şairin ne yapması gerektiğini daha iyi anlatabilirim. Şuna inanıyorum ki, onların sorumluluğu, mühendislerin, 
teknisyenlerin sorumluluğundan bir 
damla olsun az değildir. Bilakis daha da büyüktür. Bir mühendis bir köprü 
inşa ederse, onun sorumluluğu o köprünün yıkılmamasıdır. Fakat köprü yıkılırsa, felaket bir derece mahduttur, eninde sonunda köprü yeniden inşa edilecektir. Fakat şair, ruhun mühendisidir. Onun sesi, milyonlarca insana, onların ruhuna, kalplerine hitap etmektedir. Kelimenin bu muazzam gücü, her şairi gururlandırmalı, onu sorumluluk bilincine kavuşturmalıdır. Barış ve ülkelerin saadeti için mücadele eden namuslu şairler bu görevi gayet iyi bilmelidirler. Şairin hayatı ile edebi faaliyeti arasında hiçbir ayrılık olamaz. Biri pratikte, biri şiirde, iki hayat yaşamıyoruz. Tek bir vücuduz.”

On dokuzunda (1921) Kurtuluş Savaşı’na katılmak için Anadolu’ya geçti ve Bolu’da öğretmen olarak görevlendirildi. Daha sonra Batum üzerinden Moskova’ya giderek Doğu Emekçileri Komünist Üniversitesi’ne (KUTV) yazılan Nazım,  burada siyasal bilimler ve iktisat okudu.

Yirmi ikisinde (1924) yurda döndükten sonra Aydınlık Gazetesi’nde yayınlanan yazı ve şiirlerinden dolayı on beş yıl hapsi istendi. Soluğu Sovyetler Birliği’nde alan Nazım, yirmi yedisinde (1928)  Af Kanunu’ndan yararlanıp tekrar yurda dönerek Resimli Ay dergisinde çalışmaya başladı.

Otuzunda (1932) yeniden dört yıl hapse mahkûm olduysa da, bu kez Onuncu Yıl Affı’ndan yararlandı.  Otuz altısında (1938) orduyu ve donanmayı isyana teşvik ettiği iddiasıyla 28 yıl 4 ay hapis cezasına çarptırıldıktan sonra Çankırı ve Bursa cezaevlerinde yattı.

Otuz dokuzunda (1941) İkinci Dünya Savaşı sürerken Bursa'daki hücresinde millî bağımsızlık uğruna yapılmış olan kutsal savaşın destanını yazdı. Saat üç buçuk. /Halimur-Ayvalıhattı üzerinde/ manga mevziindedir./ İzmirli Ali Onbaşı/(Kendisi tornacıdır)/karanlıkta göz yordamıyla/ sanki onları bir daha görmeyecekmiş gibi/ baktı manga efradına birer birer:/ Sağda birinci nefer /sarışındı/ İkinci esmer./Üçüncü kekemeydi/ fakat bölükte/yoktu onun üstüne şarkı söyleyen./Dördüncünün yine mutlak bulamaç istiyordu canı./Beşinci, vuracaktı amcasını vuranı/tezkere alıp Urfa'ya girdiği akşam...

Kırk sekizinde (1950) özgürlüğüne kavuştuysa da sürekli olarak izlenmekten kurtulamayan Nazım; kitaplarını yayınlatma ve oyunlarını oynatma olanağı bulamadı. Askere alınması kararlaştırılınca Romanya üzerinden tekrar Moskova’ya gitti.

Kırk dokuzunda (1951) T.C. yurttaşlığından çıkarılan Nazım, Altmış birinde(3 Haziran 1963) bir kalp krizi sonucu yaşama veda etti. Moskova’da Novodeviçye Mezarlığı’nda toprağa verildi.

Yüzüncü yaşında ise -göremese de- tüm dünya 2002’yi Nazım Hikmet yılı olarak kutluyor ve hatta ülkesinde de sayısız etkinlikler düzenleniyor.

     Koministliği yıllarca hapis yatmasına, muhalifliği Sovyetler’den dışlanmasına ve Troçkist olarak tanımlanmasıyla da Türkiye Komünist Partisi'nden itilmesine; yaşamının uzun bir dönemini ceza evlerinde geçirmesine ve yaşamından çalınan uzun yıllar boyunca yaratıcılığı engellenmesine rağmen Nâzım, tutsaklık dönemlerinde bile yazmaktan geri durmadı ve hatta en iyi eserlerini ceza evlerinde yazdı. Text Box: E s e r l e r i
ŞİİR: 835 Satır (1929),  Jokond ile Si-Ya-U (1929), Varan 3 (1930), 1+1=1  (1930-Nail V. ile), Sesini Kaybeden Şehir (1931), Benerci Kendini Niçin Öldürdü (1932), Gece Gelen Telgraf (1932), Taranta Babu'ya Mektuplar (1935), Simavna Kadısı Oğlu Şeyh Bedrettin Destanı (1936), Kurtuluş Savaşı Destanı (1965), Saat 21-22 Şiirleri (1965-Bas. Haz. M.Fuat), Memleketimden İnsan Manzaraları (1966-1967-Bas. Haz. M.Fuat, 5 Cilt), Rubailer (1966-Bas. Haz. M. Fuat), Dört Hapishaneden (1966-Bas. Haz. M.Fuat), Yeni Şiirler (1966-Bas. Haz. Dost Yayınevi), Son Şiirleri (Bas. Haz. Habora Kitabevi), Tüm Eserleri (1980-Bas. Haz. 
A. Bezirci, 8 Cilt).
OYUN: Kafatası (1943), Bir Ölü Evi Yahut Merhumun Hanesi (1932), Unutulan Adam (1935), İnek (1965), Ferhat ile Şirin (1965), Enayi (1965), Sabahat (1966), Yusuf ile Menofis (1967), İvan İvanoviç Var mıydı, Yok muydu (1985).
ROMAN: Kan Konuşmaz (1965), Yeşil Elmalar (1965), Yaşamak Güzel Şey Be Kardeşim (1966).
YAZILAR: İt Ürür Kervan Yürür (1936-Orhan Selim takma adıyla), Alman Faşizmi ve Irkçılığı (1936), Milli Gurur (1936), Sovyet Demokrasisi (1936).
MEKTUPLAR: Kemal Tahir'e Hapishaneden Mektuplar (1968), Cezaevinden Memet Fuat'a Mektuplar (1968), Bursa Cezaevinden Vâ-Nû'lara Mektuplar (1970), Nâzım'ın Bilinmeyen Mektupları (1986-Adalet Cimcoz'la Mektuplar, Haz. Ş. Kurdakul), Piraye'ye Mektuplar (1988).
MASAL: La Fontaine'den Masallar (1949-Ahmet Oğuz Saruhan adıyla), Sevdalı Bulut (1967).


Arkasında kırık dökük ilişkilerden kalabalık bir "kırık kalpler mezarlığı" bırakmasına rağmen, kadınını çok sevdi Nazım. Sevme halini kendi içinde büyüterek şiirine yansıttı. Karım benim! / İyi yürekli, altın renkli/ gözleri baldan tatlı arım benim/ ne diye yazdım sana/ istendiğini idamımın/  daha dâva ilk adımında/ ve bir şalgam gibi koparmıyorlar/ kellesini adamın/ Haydi bunlara boş ver/ Bunlar uzak bir ihtimal/  Paran varsa eğer/ bana fanile bir don al/ tuttu bacağımın siyatik ağrısı/ Ve unutma ki daima iyi şeyler düşünmeli/ bir mahpusun karısı...

Bir şiirinde "beni / elimden tutup yumuşacık yerden kaldıran kadınlar / çoğunuza birkaç şiirden başka bir şey veremedim / biraz da keder belki" derken,  Otobiyografi şiirinde ise "sevdiğim kadınları deli gibi kıskandım" dedikten bir dize sonra "aldattım kadınlarımı" diyerek sanki tümünden özür diledi.

Apaçık, korkmadan ve umutla yazdığı şiirlerinde, iç içe açılan odalar, iç içe açılan kapılarla  okurunu derin bir özümlemeye sürükleyerek, her zaman okuyanda ve dinleyende hayranlık yaratırken, ne okuyan ne de dinleyen aynı kaldı. Türk şiirinde çığır açarken ve şiirleri hep heyecanlandırdı ve sarstı.

Yıllar sonra Milliyetçi Hareket Partisinin Kurultay salonları kominist Nazım’ın dizeleri ile süslendi. Türkeş “Ben Yanmazsam Sen Yanmazsan Nasıl Çıkar Karanlıklar Aydınlığa”  dizelerini okuyarak günlerce gündemde kaldı ve konuşuldu. Hatta siyasi kariyerine yeni bir boyut kazandırdı. 

Türkiye bu gün, "şiir yazdı" diye -Şiirini kavgasından, kavgasını aşklarından, aşklarını mısralarından alan- dünya çapında bir sanatçıyı 17 yıl hapsetmenin utancını, Kültür Bakanı'nın özrü ile örtmeye çalıştı. Bugün UNESCO, 2002’yi doğumunun 100. yılında büyük şaire ayırdı.

Tüm dünyada 2002 yılı Nazım Hikmet yılı olarak kutlanıyor ve Türkiye’de sayısız etkinlikler düzenleniyor. Bugün korkusuz bir coşkuyla şiirleri dilden dile türkü türkü gezdirilerek, milyonlarca Çınar Ağacı dikiliyor her bir tarafa... 

 

 

35